Teoman Mermutlu röportaj!

Röportaj bölümümüzde Türk tiyatro, dizi ve sinema oyuncusu Teoman Mermutlu konuğumuz.

PAYLAŞ
Teoman Mermutlu röportaj!
  • 0
  • 2099
  • 1 Star2 Stars3 Stars4 Stars5 Stars (No Ratings Yet)
    Loading...
  • 16 dakika da oku
  • +
  • -

Pandemi dönemi ve tüm dünyada olduğu gibi sosyal hayatımız alt üst. Davranışlarımız, hayata bakış açımız, iş hayatımız kısaca tüm parametreler bir anda tamamen değişti. Bu nedenle sosyal mesafe kurallarını biraz abartarak uzak mesafelerden bu röportajı gerçekleştiriyoruz. Bugün röportaj bölümümüzde Türk tiyatro, dizi ve sinema oyuncusu Teoman Mermutlu konuğumuz.

Teoman Mermutlu, Gregoryen takviminin içinde bulunduğu içimizi ısıtan 1990’lı yıllardan günümüze en çok sevilen başarılı oyuncularından. 1993 yapımı “Hastane” dizisinin çocuk oyuncusu “Erol”, 1997 yapımı “Baba Evi” dizisinin “Tuncer’i” ve eleştirel konuları ile güldürü programı “Olacak O Kadar’ın” en renkli tiplemelerindendir kendisi. Şimdi sözü kendisine bırakalım. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Teoman Mermutlu kimdir?

-Merhaba, ben 73 yılında doğmuş, tiyatroya gönül vermiş ve hayatı boyunca başka hiçbir iş yapmak istememiş bir oyuncuyum. Sizin de söylediğiniz gibi 90’lı yıllarda çok tanıdık bir simaydım. Beni yolda görenler kendi çocuklarıyla karşılaşmış gibi sevinirlerdi. Çünkü o dönem şimdiki gibi çok fazla dizi yoktu. Sadece belli başlı diziler vardı ve genelde hepsi aile dizileriydi. İşte bu yüzden Teoman Mermutlu insanlara aileden biri gibi gelirdi. Bu da benim çok hoşuma giderdi. Bu nedenle ben kendimi kısaca; “AİLENİZİN OYUNCUSUYUM” diye tanıtmak istiyorum.

İlk oyunculuk deneyiminizden başlayarak yakın döneme kadar kısaca dizi, sinema ve tiyatro projelerinizden bahsedebilir misiniz?

-Oyunculuğa lise son sınıftayken Kadıköy Halk Eğitim Merkezinde tiyatro kursuna giderek başladım. Daha sonra Müjdat Gezen Sanat Merkezinde bir yıl eğitim aldım. Oradan ayrıldıktan sonra da Akademi İstanbul adlı özel bir okulun tiyatro bölümünü kazandım ve oradan mezun oldum. Tiyatroda sırasıyla; Levent Kırca –  Oya Başar tiyatrosu, Abdullah Şahin Nokta tiyatrosu, Cengiz Küçükayvaz tiyatrosu ve son olarak Sadri Alışık tiyatrosunda çalıştım. Televizyonda ise Darbukatör Baryam, Hastane, Babaevi, Günaydın İstanbul Kardeş, Çilekli Pasta, Köçek, Olacak O Kadar, Dinle Sevgili ve Ben Onu Çok Sevdim adlı dizilerde oynadım. Aslında oynadığım başka diziler de var ama ben en bilinen ve sevilen dizilerimi yazıyorum.

Teoman Mermutlu kimdir

Oyunculuk çok zor bir meslek! Mesela yakın çevremizde herkes oyuncu olmak istiyor. Ama çok ilginçtir hiç kimse oyunculuğu meslek olarak görmüyor. Bu çok ince bir çizgi. Bir oyuncu rolünün gereği, bir doktoru, hakimi, savcıyı, mahallenin kasabını, yeri geldiğinde bir manavcısını ya da pazarcısını canlandırabiliyor. Ama bir oyuncu gerçek hayatta bu mesleklerin hiç birisine yönelmiyor. Ancak dönüp geriye baktığımızda her kesimden ve meslekten insanı oyuncu olmaya zorlayan etken nedir sizce?

-Oyunculuğu bir meslek olarak görmeyenler, bu işi ciddiye almayan ve sadece kısa yoldan para ve şöhret sahibi olmak isteyen insanlardır. Siz de hatırlarsınız, 90’lı yıllarda herkes; “bu devirde ya topçu olacaksın ya da popçu” derdi. Çünkü o dönem futbolcular ve pop müzik şarkıcıları çok para kazanırlardı. Ama internet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte, insanlar şarkıları internetten dinlemeye ve indirmeye başladılar. Bu da pop şarkıcılarının gelirlerinin düşmesine neden oldu.  Müzikte üretim azaldı, popçuların popülerlikleri bitti. Böyle olunca da 2000’li yıllardan itibaren şarkıcıların yerini oyuncular aldı ve müthiş bir dizi furyası başladı. Sonrası malum zaten, her kesimden insan televizyonda bir diziye kapağı atıp, bir an önce zengin olma hayaliyle adeta kuyruğa girdi. Yani insanlar bol para kazanmak için bizim sektöre girmeye çalışıyorlar. Fakat oyunculuk öyle kolay bir iş değildir. Bir oyuncu her meslekten insanı oynayabilir ama her insan oyuncu olamaz. Bu iş yetenek ister, yürek ister, cesur olmanızı ister sizden. Gerektiği zaman muhalif olmanızı ve haksızlıklara karşı ses çıkarmanızı ister. İşte bu yüzden bu sorunuzdaki son sözlerimi sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) bir hadis-i şerifiyle tamamlamak istiyorum; “HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR!”

Sıcağı sıcağına soralım. Pandemi dönemi. Hayat sosyal mesafe, maske ve temizlikten ibaret! Hayat bir sanat insanı için eve nasıl sığıyor?  İçinde bulunduğumuz pandemi döneminde özellikle magazin gündeminde geçinemiyorum diyen sanatçılar oldu isimleri lazım değil. Siz nasıl yorumluyorsunuz?

-Ben bu dönemin aslında hepimiz için yararlı bir dönem olduğunu düşünüyorum. Hani derler ya her şerden bir hayır doğar diye. İşte şu anda tam da bu lafa uygun bir dönemdeyiz. Pandemi sayesinde unuttuğumuz birçok şeyi yeniden hatırladık. Hayatın pamuk ipliğine bağlı olduğunu ve ölümün bize ne kadar yakın olduğunu anladık. Rahatça nefes alabilmek ve arkadaşlarımızla birlikte dışarıda özgürce dolaşabilmek ne büyük bir nimetmiş öyle değil mi? Akrabalarımızı ziyaret etmek, sevdiklerimize sarılabilmek meğer ne büyük bir lüksmüş. Peki, bu lüksü bize kim veriyor, kim bizi çeşit çeşit nimetleriyle besliyor, yaşatıyor ve öldürüyor diye hiç düşünüyor muyuz? Sizi bilmem ama ben bunları çok düşünüyorum ve bu soruların cevabını sadece Kur’an-ı Kerim’de buluyorum. Pandeminin de Allah tarafından insanlara yapılmış ilahi bir ikaz olduğunu düşünüyorum. Fakat maalesef çoğu insan bunu anlamadı. Herkes şu korona bitse de, bir an önce eski hayatımıza geri dönsek diye bekliyor. Ama bana sorarsanız, dünya düzelmeyecek, daha da kötüye doğru gidecek. Çünkü insanlar Allah’ı unuttular. Son dönemde üst üste meydana gelen depremlerden, sel felaketlerinden ve patlayan yanardağlardan da ders almıyorlar. Oysaki bütün eski kavimler böyle doğal afetlerle helak edilmiş. Neyse lafı fazla uzatmadan sadece şunu söyleyeyim; dünya ancak insanlar kulluk görevlerini yerine getirirlerse ve Kur’an ahlakına göre yaşarlarsa düzelir. İşte ben pandemi döneminde bunları düşünerek, bir şeyler yazarak ve ailemle birlikte vakit geçirerek hayatı eve sığdırdım. Televizyonlara çıkıp, geçinemiyorum diyen sanatçılara gelince; geçinemeyen sadece siz değilsiniz. Herkesin işi bozuldu, herkesin rızkı kesildi. Çünkü rızkı veren Hüda; “BANA YÖNELİN!” Diyor. Bilmem anlatabildim mi?

1990’lı yıllardan beri kameraların önündesiniz. Sizce o yıllardan günümüze Türk dizi ve film sektöründe hem teknik hem de sosyal ilişkiler açısından neler değişti sizce?

-Teknik açıdan gerçekten de çok şey değişti. Eskiden tek kamerayla çekim yapılırdı ve sufle alarak oynardık. Montaj yapıldıktan sonra da dublaj yapardık. Şimdi üç dört kamerayla sesli çekim yapılıyor. Biz de rollerimizi ezberleyerek oynuyoruz. Yani dublaj yapmaya gerek kalmadı. Bu oyuncular için güzel bir gelişme. Ama sosyal ilişkiler açısından maalesef gelişme değil, gerileme var. Çünkü sosyal medya denilen canavar hepimizi asosyal yaptı. Artık setlerde herkes elinde telefonuyla oynuyor. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor. Sohbetler azaldı, gerçek dostlukların yerini sanal dostluklar aldı. Tabii bu sadece bizim sektör de değil, her yer de böyle. Ne diyelim, inşallah düzelir.

Oyunculuk dünyasının perde arkasında egoların yarıştığı doğru mu? Oyuncu “hırslıdır, kıskançtır, rolü gereği her şeyi yapar, gözünü kırpmaz, sanat için soyunur, kılıktan kılığa girer, oyuncu oynar” sizce bu kavramlar oyunculuğu tanımlayan terimler midir? Yoksa magazin dünyasının dayatmaları mıdır? Türkiye’de oyunculuğu nereye koyuyorsunuz?

-Egoların yarıştığı doğru, hırslı oyuncular da var, kıskanç oyuncular da var. Ama bence bunlar oyunculuğu tanımlayan terimler olmamalı. Gerçi hepimiz insanız ve hepimizin içinde bir parça ego ve bir parça kıskançlık vardır. Ama başarıya ulaşmak istiyorsak, başkalarıyla yarışmak yerine, kendimizle yarışmalıyız. Yani kendimizi geliştirmeliyiz. Her konuda okumalıyız, öğrenmeliyiz, donanımlı olmalıyız ve hiçbir zaman ben oldum dememeliyiz. Türkiye’de son yıllarda oyunculuk konusunda müthiş bir gelişme var. Çok iyi oyuncular çıkıyor ve daha da çıkacağını ümit ediyorum. Bir oyuncu tabii ki rolü neyi gerektiriyorsa, onu yapmalı. Fakat ben sanat için soyundum lafına pek inanmıyorum, soyunanları da hiç hoş karşılamıyorum. Çünkü onlar sanat için değil, para ve şöhret sahibi olmak için soyunuyorlar. İnsanlara da sanat için soyundum diyerek, yalan söylüyorlar. Yani oynuyorlar. İşte bunlar gerçek hayatta da oynayan, maskeli oyuncular. Magazin dünyası da kendilerine malzeme yaratmak için bunları şişiriyor, bunlar da kendilerini bir şey zannediyorlar. Benim elimde yetki olsa, inanın bütün magazin programlarını yasaklardım. Çünkü ben o programları son derece lüzumsuz buluyorum. Toplumu olumsuz yönde etkiliyor, ahlakı bozuyor. O yüzden magazin programlarına ve dizilerde veya sinema filmlerinde açık saçık sahnelerin olmasına şiddetle karşıyım. Bence sanat, insan ruhunu kötülüklerden arındırmak, insanlara acılarını ve hüzünlerini bir nebze de olsa unutturabilmek ve ufkumuzu genişletebilmek için yapılmalı. Cinsel arzularımızı arttırmak için değil…

Oyunculuk için “kariyerinin zirvesinde” kasıt nedir? Tüm dünyada düzenlenen film festivalleri ve bu festivallerde ödül alan oyuncular hakkında neler söylersiniz? Ödülü hak etmeyen oyuncu var mıdır?

-Bir oyuncu toplumda sevilen ve saygı gören bir oyuncu olmuşsa, tiyatro salonlarını tıka basa dolduruyorsa ve televizyonda dizisi yayınlandığı zaman milyonları ekran başına kilitliyorsa, o oyuncu bana göre kariyerinin zirvesindedir. Film festivallerinin olması ve bu festivallerde ödüller dağıtılması da oyuncular için güzel bir şey. Çünkü tatlı bir rekabet yaratıyor ve oyuncular ödüller sayesinde motive oluyorlar. Ama bazen bu adama ya da bu kadına nasıl ödül verdiler dediklerim de oluyor tabii.

Koltuğunuza yaslanmış bir film izliyorsunuz bu filmde ben olsaydım bu rolü şöyle oynardım şeklinde kendinizle empati kurduğunuz yapıcı eleştirileriniz var mı?

-Bu bana çok olur. Sadece film izlerken değil, oyun izlerken hatta kitap okurken bile beğendiğim bir rolü içimden hep oynarım. Ben olsaydım, şöyle yapardım, daha etkileyici olurdu diye düşünürüm.

1990’lı yıllarda ve 2000’li yılların başında bir dizi film en az 3 sezon sürerdi. Şimdiki dizilerin değil 3 sezonunu 3. bölümünü bile göremiyoruz. İlk bölümde final yapan diziler var. Nedir buradaki büyü?

-Buradaki sorun bir büyünün olmaması. Yani hikâyelerin seyirciyi etkilememesi, çünkü hep aynı, birbirine benzer hikâyeler yazılıyor. Ya da Türk aile yapısına, örf ve adetlerimize uygun olmayan sahneler karşımıza çıkıyor. Hangi diziyi açsanız ya şiddet içerikli bir sahne var, ya cinsel içerikli, ya da saçma sapan argo konuşmalar. Bütün bunlar da insanları dizilerden soğutuyor.

Yerli sinema filmlerinde bir dönem korku ve bir dönemde komedi filmleri damgasını vurdu. Gerçi komedi filmlerinin gişesi hala zirvede. Birbirini tekrarlayan film serilerinden başka neden bir şey üretemiyoruz?

-Çünkü ülkemizde yazar ve senarist sıkıntısı var. Biz maalesef okumayan bir toplumuz ve okumayan insanların arasından çok fazla yazar çıkmaz. Siz komedi filmlerinin gişesi hala zirvede diyorsunuz ama ben o komedi filmlerini de beğenmiyorum. Onlar bol para kazanmış olabilirler ama bu çektikleri filmin çok başarılı olduğunu göstermez. Bir Hababam Sınıfı ya da bir Züğürt Ağa gibi yıllar sonra da izlenecek mi bakalım o filmler?

Film sektörü bir tekel midir? Çünkü hangi filme baksanız hep aynı oyuncu kadrosu ve aynı film şirketi damgası var? Bu çok ürkütücü değil mi?

-Yapımcıların veya yönetmenlerin sevdikleri oyuncularla çalışmak istemeleri çok doğal bir şey. Bunda yadırganacak bir şey yok. Ama beni asıl rahatsız eden şey, bu işten hiç anlamayan insanların menejerlik ve kast direktörlüğü yapmaları. Bunların da oyuncuları bünyelerine almalarının ilk şartı; kızlar çok güzel olacak, erkekler çok yakışıklı olacak. Yani oyunculuğa hiç bakmıyorlar. Yeteneğinizin olması ya da olmaması hiç önemli değil, güzelseniz veya yakışıklıysanız, işi kaptınız demektir. Ama bu işler böyle olmaz ki, eski Türk filmlerinin kadrolarına bir baksanıza. Bir Adile Naşit, bir Ayşen Gruda, bir Perran Kutman çok mu güzeldi? Ya da Zeki Alasya, Metin Akpınar, Kemal Sunal, Şener Şen çok mu yakışıklıydı? Hayır değillerdi. Ama hepsi de çok yetenekliydi, çok sempatiklerdi. Bu yüzden de Türk halkı onları bağrına bastı ve hepsi de star oldular. İşte bana sorarsanız, son dönemde ortaya böyle büyük starlar çıkmamasının ve dizilerin hemen sona ermesinin diğer önemli sebebi de, bu işten hiç anlamayan insanların kast direktörlüğü ve menejerlik yapmalarıdır. Onların yüzünden gerçek oyuncular evlerinde oturuyorlar. Hiç ekrana çıkmaması gereken yeteneksiz kişilerde, sadece güzel oldukları için dizilerde oynayıp, milyonlar kazanıyorlar.

İnternette dizi furyası başladı. Bu çeşitlilik açısından ve özgür sanat adına güzel bir adım. Netflix dizilerinde Türk yapımları hakkında düşünceleriniz neler?

-Türkiye’de yazılmış ve çekilmiş hikâyelerin farklı ülkelerdeki insanlar tarafından da izlenmesi bizim için gurur verici bir olay. O yüzden Netflix’te olmamız hoşuma gidiyor. Dilerim oradaki dizilerimizin sayısı daha da artar.

Türk televizyon izleyicisi dizi ve film dünyasından biraz uzaklaşarak yarışma ve yemek programları izlemeye başladı.  Tiyatronun yerini de güldürü ve skeç programları aldı katılıyor musunuz?

-Evet, katılıyorum öyle oldu. Ama bunun geçici bir dönem olduğunu ve çok yakında tiyatroların yeniden popüler olacağını düşünüyorum. Çünkü toplumun sanata ihtiyacı var.

Teoman Mermutlu hayatı

Bir dönem “Olacak O Kadar, İnce İnce Yasemince, Reyting Hamdi” gibi sosyal konuları işleyen güldürü programları vardı. Şimdilerde tekrarları bile ilk günkü yayınından daha fazla izleniyor. Üstelik eski ve yeni nesil birlikte izleyebiliyor. Sizde “Olacak O Kadar” ekibinde yer aldınız bu programlar ve bölüm oyuncuları neden hafızalarda bu kadar derin izler bıraktı?

-Çünkü biz insanların her konudaki sorunlarını gündeme getiriyorduk. Kara mizah yapıyorduk. İnsanlar da bizi izledikleri zaman, aynada kendilerini görüyorlardı. Bu da onlara çok sempatik geliyordu. Bizim milletimiz sıcaklığı, sempatikliği ve doğallığı sever.

Türkiye’de tiyatronun 1 TL olduğu yıllar vardı. Buna rağmen insanlar tiyatro salonlarına hala soğuk. Neyi ya da neleri eksik yapıyoruz?

-İşte az önce bahsettiğim şey aslında bu sorunun da cevabıdır. Bizim milletimiz aynada kendini görmek istiyor. Ama maalesef bazı tiyatrocular Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalışıyorlar. Mesela bir aile düşünün, yıllar önce Diyarbakır’dan veya Urfa’dan İstanbul’a göç etmişler ve burada çok zor şartlar altında yaşıyorlar. E bu aile tiyatroya geldiği zaman gülmek ister be kardeşim, Hamlet’i ne yapsın? Ben hayatım boyunca Geleneksel Türk Tiyatrosunu sevdim ve hep yerli oyunlar da oynamak istedim. Allah nasip ederse de hep böyle devam edeceğim.

Magazinsiz olmaz! Evli misiniz? Bir birlikteliğiniz var mı? Biraz da özel hayatınızdan bahsedelim.

-Ne, magazin miii? He he, evli değilim, şu anda da bir birlikteliğim yok.

Oyunculuk dışında neler yapıyorsunuz? Futbol ile aranız nasıl? Ne tür sporları seviyorsunuz? Hangi takımlısınız?

-Oyunculuk dışında bir şeyler yazmaktan keyif alıyorum. Bazen skeç, bazen komedi oyunu yazmaya çalışıyorum. Futbolla ya da diğer spor dallarıyla hiç aram yok maalesef ama Beşiktaşlıyım.

Şimdi enlerinize gelelim. En sevdiğiniz yerli- yabancı film, en sevdiğiniz yerli-yabancı dizi, en sevdiğiniz yerli-yabancı tiyatro oyunu, en sevdiğiniz yerli-yabancı kitap, en sevdiğiniz yerli-yabancı şarkı ve şarkıcı ve son olarak en sevdiğiniz yerli – yabancı oyuncu?

-En sevdiğim yerli film Müjde Ar’ın Teyzem filmidir. Ama Şener Şen’in Muhsin Bey filmine de bayılırım, defalarca izlerim. Yabancı film ise Gün Doğmadan (Before Sunrise) adlı filmdir. En sevdiğim yerli dizi de çok eski ama hiç unutamadığım bir dizi olan, başrollerini Ayşegül Aldinç’in ve Ediz Hun’un paylaştığı Acımak dizisidir. Çocukken Jules Verne’nin romanlarını çok okurdum ve hepsini de çok severdim. Son dönemde okuduğum ve beni çok etkileyen yerli kitap ise Uğur Koşar’ın Allah De Ötesini Bırak adlı kitabı olmuştu. Tarkan’ın koyu hayranıyım. Sorma Kalbim adlı şarkısı favorimdir. Yabancı şarkı ise Andrea Boçelli’nin Melodramma adlı parçasıdır. Oyuncu olarak ta Şener Şen’i ve Tom Hanks’i çok beğenirim.

Röportajlar yayınlandığı döneme tanıklık ederler. Bugün ve yarın için neler söylemek istersiniz? Okuyucularımıza bir mesajınız var mı?

-Şu anda çok sıkıntılı bir dönem yaşıyoruz, üzerimizde resmen kara bulutlar dolaşıyor. Ama unutmasınlar ki, her gecenin karanlığının sonunda Güneş mutlaka doğar. Lütfen morallerini bozmasınlar, bu kötü günler geçecek, güzel günler göreceğiz inşallah.

Bu samimi röportaj için teşekkür ederiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Tüm Hakları Saklıdır! İçeriklerin kopyalanması halinde yasal işlem başlatılır!